Prof. Dr. Nurullah ÇETİN


ncetin64@hotmail.com
  Tüm Yazıları

AHMET YESEVİ’DE SAHTE ŞEYH VE HOCA ELEŞTİRİSİ

Tasavvuf, Allah’a inanmanın kalp yoluyla içtenlikle, samimiyetle, aşkla, şevkle, hiçbir dünyevî ve maddî beklenti içine girmeden, en saf ve temiz duygularla derinleştirilmesi ve pekiştirilmesi tavrıdır. Allah’a hiç tereddütsüz, sevgiyle, büyük bir imanla inanmaktır. Tasavvuf, hayatı Allah’ın belirlediği sınırlar içinde zevkle, doğru, dürüst, hak hukuk gözeterek, saygı ve sevgi çerçevesinde, mütevazi bir duruşla, nefsin azgın isteklerine gem vurarak, tanrılaşmasına, başkalarının haklarına tecavüzüne izin vermeden, her an Allah’la yüzyüze imiş gibi bir ruh haliyle, temiz bir hayat olarak yaşamaktır.

Tasavvuf, bu dünyanın er ya da geç mutlaka bir sonu olduğunu bilerek, mahşerde, büyük mahkemede iyi ya da kötü bütün yaptıklarından hesap vereceğini hiç aklından çıkarmadan Allah’a, canlı cansız bütün varlıklara karşı sorumluluklarının bilincinde olarak yaşamaktır. Tasavvuf, Allah’ı âdeta görüyormuş gibi O’na güçlü bir imanla inanmaktır. Allah’a sadece Allah olduğu, yaratıcı olduğu, canlı cansız bütün varlıkların sahibi olduğu için inanmaktır.

Tasavvuf, müminin hayatını Allah’ın istediği gibi programlama çalışmalarından biridir. İslam imanı ve hayat görüşünün felsefesini yapmaktır. Hayatı mümince, müslümanca yaşama şuurudur. Kişinin hayatı boyunca haram ve helal sınırlarını gözeterek yaşamasıdır. Günahlara her daim eğilimli olan nefsini terbiye etme, sınırlama ve engelleme gayretleridir. Tasavvuf, nefis ve şeytan gibi iki önemli çeldiriciye karşı sürekli mücadele ve direniş halinde olma uyanıklığıdır. Yaratıcıyla ilişkilerini düzenlerken daima o’nun isteklerini, emir ve yasaklarını gözetme, uygulama gayretidir.

İnsanlarla olan münasebetlerini düzenlerken de hak, hukuk, adalet, saygı sevgi, yardımlaşma, dayanışma, öğretme, öğrenme sınırları içinde kalarak hareket etme bilincidir. Diğer canlı ve cansız varlıklarla olan münasebetlerinde yine onların haklarına tecavüz etmeme, onların da kendisi gibi yaratılmış oldukları ve bu dünyayı onların da paylaşma haklarının olduğu gerçeğini hatırda tutma, onların sınırlarına tecavüz etmeme tavrıdır. Tasavvuf, bu dünyada her şeyin Allah’ın isimlerine tecelli mekânı olduğu bilinciyle yaşamaktır.

Tasavvuf, iyiye ve kötüye, harama ve helale, imana ve küfre, doğruya ve yanlışa, güzele ve çirkine eğilimli olabilme kabiliyetiyle doğan insanın iyi, helal, iman, doğru ve güzele doğru yönelmesini sağlama gayretinin, çalışmasının ve faaliyetlerinin adıdır. Böylelikle tasavvuf, insanı insan-ı kâmil yani mükemmel insan yapma amacına dönük faaliyetler toplamıdır. Kısaca gerçek tasavvuf, Kur’an-ı Kerim ve Hz.Muhammed’in söyleyip yaptıklarını yaşanan canlı hayata yansıtma çalışmalarıdır.

Tarikat da aşağı yukarı tasavvuf manasına gelmekle berber daha çok tasavvufun kurumlaşmış şekline deniyor. Yani tasavvuf, bireysel olarak da hissedilebilen, yaşanabilen bir kalp hali iken; tarikat tasavvufun bir önder, bir şeyh etrafında onun belirlediği ilkeler, kurallar, kurumlar ve semboller çerçevesinde, toplu olarak, grup halinde yaşanan şeklidir. Dolayısıyla tasavvuf, ferdî bir ruh ve kalp hali olarak İslam’ı bütün boyutlarıyla derinden severek hissetme, benimseme ve yaşama hali iken tarikat, bu durumun bir topluluk, bir kurum halinde yaşanmasıdır.

İslam tarihi boyunca birçok kişi etrafında tarikat toplaşmaları oldu. Bunlardan tamamen iyi niyetli olan bir kısmı tarikat kurumunu olması gerektiği gibi Kur’an ve Hz.Muhammed merkezli olarak, olabildiğince daha az hatalarla yürüttü. Bir kısmı da kötü niyetli, dini kişisel menfaat aracı olarak kullanan şeyhlerin ve adamlarının yönettiği yapılar olarak ortaya çıktı.

Ahmet Yesevi, tasavvuf ve tarikat kurumunu en iyi temsil eden iyi niyetli, güvenilir öncülerden biridir. Sahih, gerçek İslam anlayışına olabildiğince yakın ve belki en az hata sahibi gerçek bir tasavvuf önderidir. Ahmet Yesevi de bir tarikat önderi olarak kendi zamanında tarikat kurumunu Kur’an ve Hz.Muhammed öğretisine aykırı biçimde kişisel menfaat amaçlarına alet olarak kullanan tarikatçıların ve şeyhlerin varlığına şahit olmuş ki birçok hikmetinde onları eleştirmiş.

Hoca Ahmed’in zamanındaki kötü, sahtekâr şeyhler, bugün de değişik şekillerde varlığını koruyor. Hatta bugünkü tarikat ve cemaat oluşumlarının neredeyse tamamına yakını, gerçek tasavvufla, tarikatla ilgisi kalmamış, ticaret, menfaat, siyaset vesilesi haline gelmiş; hatta Türk düşmanı yabancı emperyalist odakların kullandığı taşeron örgütler haline gelmiş çürük ve kokuşmuş yapılardır. Dolayısıyla Ahmet Yesevi’nin yanlış tarikat uygulamalarına ve sahte şeyhlere getirdiği eleştiriler, bugün de güncelliğini ve önemini korumaktadır. Konuyla ilgili olarak Yesevi’nin hikmetlerinden bir seçme yapalım ve yorumlayalım. Bir hikmetinde şöyle der:

“Tâlibim ben söylerler, vallah billah nâ-insaf

Nâ-mahreme bakarlar, gözlerinde yok insâf

Kişi malını yerler, gönülleri değil saf;

Arslan Babam sözlerini işitiniz teberrük.”

(Tasavvufa girme isteklisiyim derler ama vallahi billahi insafsızdırlar. Haram olan şeylere bakarlar, gözlerinde insaf yoktur. Başkalarının mallarını haksızca yerler, gönülleri saf ve temiz değil, kötü niyetlidirler. Arslan Babam’ın sözlerini dinleyiniz, onlar mübarektir, uğurludur.)

Demek ki gerçek tasavvuf ve tarikatta sözüyle özü, diliyle gönlü, söylediği ile yaptığı bir olacak, birbirleriyle çelişmeyecek. Gerçek mutasavvıf, insaf ve vicdan sahibi olacak. Bugün pek çok tarikat ve cemaat şefleri, saf ve temiz kalpli Müslüman Türkleri aldatıyor, kandırıyorlar. Şeyhim, hocayım diye danaların bostana daldığı gibi aralarına dalıp onların duygularını, imanlarını, paralarını, kadınlarını, emeklerini, zamanlarını, her şeylerini sömürüyorlar. Müslüman Türklere “siz azla kanaat edin, sevaptır” deyip kendileri tam bir kapitalist gibi, zengince, lüks ve israf içinde bir hayat yaşıyorlar.

Ayrıca sahtekâr şeyler, hocalar namahreme bakarlar, yani kendileri için haram olan başka kadınlara, kızlara bakarlar, onları gayr-i meşru şekilde cinsel bir zevk aracı olarak kullanırlar, göz zinası ve diğer zinaları yaparlar. Çarpık cemaat ve tarikat yapılanmalarında cinsel sömürü olayları da zaman zaman basına yansıyor, ama galiba çoğu gizli kalıyor.

Gerçek İslam’la alakası olmayan sapık cemaat ve tarikat şefleri, bağlılarını, mensuplarını, Allah rızası için kendilerine tabi olan saf ve temiz kalpli Müslüman Türkleri maddi anlamda da sömürüyorlar. Ahmet Yesevi kendisi müritlerini sömürmemiş, haksız kazanç sağlayarak, para toplayarak saraylarda yaşamamış, bizzat el emeğiyle geçinmiş, eliyle yaptığı tahta kaşık ve kepçeleri satarak geçinmiştir.

Ahmet Yesevi, dünyalık peşinde koşan üçkâğıtçı şeyh ve hocaların ekonomik, maddi sömürü sapkınlıklarını da eleştirir. Yesevi’ye göre sahte şeyhler, “kişi malını yerler, gönülleri değil saf.” Bugün de cemaat ve tarikat yapılanmalarında maddi anlamda sömürü, bu yapıların tamamen ticari bir kurum haline gelmiş olmalarıyla ortaya çıkıyor.

Gönülleri saf olmayan yani kötü niyetli, nefsine esir olmuş, kişisel menfaatini öne çıkarmış, Allah ve ahiret inancı kaybolmuş sahtekâr şeyh ve hocalar, talebeye, fakirlere yardım, cami, Kur’an kursu yapımı, hizmet, himmet, Allah rızası için, İslam’a hizmet davası için gibi gerekçelerle insanlardan topladıkları paraları gerçek amacına uygun olarak kullanmıyorlar, kendi ceplerine atıyorlar. Ya da kendi ürettikleri kötü ve kalitelisiz ürünleri, serbest piyasa kurallarına uymadan ve insanları ürün almada özgür seçimlerine saygı duymadan, tarikat bağını kullanarak zorla ya da dolaylı yollarla bağlılarına satarak ekonomik sömürü işini kurumsallaştırmış oluyorlar.

Yukarıda vurgulanan özellikler, aşağı yukarı şu hikmette de pekiştiriliyor:

“Pir hizmetini kıldık, tâlibim deyip yürürler

Yeyip haram, mekruhu, torbalarına doldururlar;

Gözlerinde nemi yok, halka içine girerler.

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.”

Sahte şeyh ve hocaların bir başka özelliği de riyakâr yani iki yüzlü olmalarıdır. Özleriyle sözleri bir olmadığından, insanları kişisel menfaatleri adına nasıl aldatıp kandıracaklarını hesaplarlar. Kendilerini görünüşte halka gerçekten Allah dostu, samimi mümin, pazarlıksız Müslüman, Allah rızasından ve insanlara iyilikten başka bir şey düşünmeyen bir kişi olarak gösterirler. Ama içten, kalpten her zaman nasıl hile yaparak, tuzak kurarak insanları aldatıp sömüreceklerinin, mallarını, paralarını, kadınlarını kızlarını, enerjilerini, emeklerini ve zamanlarını yağmalayacaklarının hesabını yaparlar. Ahmet Yesevi, bu sapmayı şu hikmetiyle vurguluyor:

“Zâkirim (zikir çekiyorum) deyip ağlarlar, akmaz gözünden yaşı.

Gönüllerinde gamı yok, her an ağrıya başı.

Düzen, hile kılarlar, malum Hüdâ’ya işi.

Arslan Babam sözlerini işitiniz teberrük.”

Bugün pek çok tarikat ve cemaat yapılanmasında bu durum ciddi bir sorundur. Türkler bu konuda dikkatli olmalıdırlar. Basiret ve ferasetleriyle hareket edip, uyanık olmalılar, her şeyhim, şıhım, hocayım, abiyim diyenin peşinden gitmemeli, her söze inanmamalı, söylenen sözleri ölçüp biçip tartmalı, aklını kullanmalı, şeyhin değil de Kur’an’ın ve Hz.Muhammed’in peşinden gitmeyi tercih etmelidirler.

Ahmet Yesevi, İslam dışı sahtekâr şeyhlerin özelliklerini benzer şekilde şu hikmetlerinde de vurguluyor:

“Tâlibim diye söylerler, gönlünde yok zerre şûr (karışıklık).

Gerçek tâlibi sorsanız, içi dışı cevherdir.

Hakk’a ayân sırları (Allah onların içini dışını bilir), dedikleri safâ nûr (saf, berrak, aydınlık).

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.”

“Oruç tutup halka riyâ kılanları,

Namaz kılıp tespih ele alanları,

Şeyhim deyip başka bina kuranları,

Son deminde imanından cüdâ (ayrı) kıldım.”

Oruç tutup halka iki yüzlü davranmak, söylediği ile yaptığı bir olmamak demektir. Niyeti ve işi başka, sözü başka demektir. Niyeti ve işi kişisel menfaat, İslam dışı bir hayat kurgusu, sözü ise inanmadığı halde halka anlattığı İslamî bilgiler. Şeyhim deyip başka bina kurmak ise insanlara kendisini şeyh, hoca gösterip gerçek anlamda şeyhlik ve hocalığın gereğini yapmayıp İslam dışı başka işler yapmak, başka bir yaşama biçimi kurmaktır.

Şeyhlik taslayıp da İslam dışı başka bina kurmanın neler olduğu, şu alttaki hikmetinde belirtiliyor:

“Tezvîr ağı koyup (gerçeği saptırıp) halkı yoldan ettin.

Şeyhlik kılıp riyâ ile dükkân kurdun.

İşret kılıp (içki içip) şeytan ile gün geçirdin.

Dîdârına (yüzüne) seni ne diye lâyık kılsın?”

Kur’an ve Hz.Muhammed Müslümanlığından sapmış, kendine göre yeni bir din uydurmuş olan sahte şeyh ve hocalar, kendi nefislerini tanrılaştırırlar, her sözlerinin eleştirmeden, sorgulamadan doğru kabul edilmesini ve onlara ayet gibi uyulmasını isterler. Böylelikle insanlar üzerinde tanrılık taslayıp hâkimiyet kurarlar ve onları istedikleri yöne sürüklerler. Bu tür sahte tarikat ve cemaat şefleri, tamamen kendi nefisleri, kişisel menfaatleri, iktidar, hâkimiyet ihtiraslarını tatmin peşinde koştuklarından kendilerine sorgulamasız inanmış ve bağlanmış olanları felâkete sürüklerler. Bu tür şeyhler hakkında Hoca Ahmet Yesevi şunları söyler:

“Şeyhim diye baş kaldıran Hakk’a rakip.

Benlik kılıp Sübhan’ına (Allah’ına) olmaz habîb (sevgili).

Bîdâr (uyanık) olup dertsizlere olmaz tabip.

Bu dünyayı müminlere zindan kılar.”

“İyi yollardan sapıp kötü yola koşuşan,

Pirim deyip melun(lanetli) şeytan eteğine yapışan,

Azâzil’i (şeytanın Allah’ın lanetine uğramadan önceki adı) pirim deyip sabah akşam görüşen,

Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.”

Hoca Ahmet Yesevi, yukarıdaki hikmetin içeriğiyle ilgili olarak sahte şeyhler, hocalar, ağabeyler, cemaat ve tarikat şefleri hakkında şunları söylüyor:

“Bizden sonra ahir zaman yakın olduğunda öyle şeyhler ortaya çıkacak ki İblis (lanet onun üzerine olsun) onlardan ders alacak ve bütün halk onlara dost olacak, fakat müritlerini idare edemeyecekler.

O şeyhler ki, müritlerinden aç gözlülükle bir şeyler dilerler ve canlarını küfür ve dalâletten (sapıklıktan) ayıramazlar ve bid’at ehlini (İslam’a aykırı şeyler çıkaranlar) iyi görürler ve sünnet ehlini kötü görürler ve şeriat ilmi (gerçek İslam bilgisi) ile amel etmezler ve nâ-mahremlere (kendilerine haram olanlara) göz salarlar/bakarlar ve kötülüğü âdet edip Allahu Tealâ’nın rahmetinden ümitli olurlar ve şeyhlik işlerini değersiz görürler, onların müritleri de dinden çıkmış olur. Ve yine değersiz bir şekilde ve inleyerek müritlerinin eşiğinde dolaşırlar, o halde müritlerinden yardım alırlar.

Eğer müritleri bağış ve yardımda bulunmazsa dövüşürler ve “Ben usanmışım Tanrı da usanmıştır” derler. Şeyh odur ki yardım alsa da hak etmiş olanlara verir. Eğer alıp kendisi yese, murdar et yemiş gibi olur. Eğer elbise yapıp giyse, o elbise eskiyene kadar Hak Tealâ onun namaz ve orucunu kabul etmez. Ve eğer aldığı yardımdan ekmek yapıp yese Hak Tealâ onu cehennemde türlü azaba uğratır. Ve eğer öyle şeyhe bir kişi itikat ederse (inanırsa) kâfir olur. Öyle şeyhler melundurlar (lanetlidirler). Onların fitnesi Deccal’dan beterdir. Şeriatten, tarikatten, hakikatten, marifetten uzaklaşmışlardır.”1

Ahmet Yesevi, sahte şeyh ve hocalara bağlanmanın, onları tanrılaştırmanın, onların kölesi, kulu olmanın, onların her sözlerine sorgulamadan inanmanın yanlışlığını, hatta felâketini anlatır. Ama bunun yanında yapılması gerekeni de söyler. Bunu da bir hikmetinde şöyle dile getirir:

“Hakk’a âşık sadık kişi yalnız yürür,

Yarın varsa Hak önünde izzet görür,

Cennete girip dîdar (Allah’ın güzelliğini, yüzünü) görüp hoşluk bulur,

Gizli yürür, halka ne diye riyâ kılsın?”

Demek ki Müslüman, Allah’la baş başa olacak, kalbini sadece Allah’a açacak, sadece Allah’a tapacak, sadece O’na bağlanacak, O’na inanacak, O’na âşık olacak, O’ndan başka şeyh, hoca abi dahil hiç kimseye bağlanmayacak, Allah’la arasına şeyh, hacı hocayı koymayacak, sadık, doğru, düzgün olacak, bir şeyhin rehberliğinde değil; Allah’a yalnız yürüyecek. Böyle yaparsa öldükten sonra Allah’ın önünde izzet, saygı görür, kurtulur, cennete girip orada Allah’la beraber olur. Halka riya kılmaz yani ikiyüzlü davranmaz, içi ile dışı, özüyle sözü, sözü ile yaptığı birdir.


1-Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Ahmed Yesevi’nin Fakr-namesi Üzerine Bir inceleme, Öncü Kitap,2. baskı, Ankara 2008, s.289-290.


 Okunma Sayısı : 2041

Yorumlar

Yorum Yap

Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 386026
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.